Uzun zamandır sosyal medyadaki kısa yazılarımın dışında yazı yazmıyorum. Kaldı ki, paylaşımlarımın bir çoğu seneler önce yazdıklarım. Onca senedir. yazdıkta ne değişti? Bir yazı ile dünyayı değiştireceğine inananlardan değilim. Amacım, tarihe bir not düşmek ve gelecekte olursa, torunlarıma verebileceğim bir cevabımın olmasıydı.
Bu kısa girişten sonra gelelim esas konuya. Son dönemlerin "TURİZM" meselesine. Baştan söyleyeyim, yazı biraz uzun olacak. Vereceğim sıkıntıdan dolayı özür dilemiyorum.
Herşey, öve öve bitiremediğimiz "ÖZALLI" yılların rüzgarı ile başladı.
Turgut Özal döneminde başlayan turizm yatırımları furyası ile turistin gelebileceği her yere oteller dikmeye başladık. Çok özel arazilerin "turizm yatırımcılarına" tahsisi, bol kredi ve teşvikler. O dönemden itibaren Türkiye adeta turist akınına uğradı. Elbette iş sadece otelle bitmiyordu. Yemek yenilecek yerler, barlar, kafeler, muhtelif alış veriş dükkanları, dondurmacı, kebapçı, lahmacuncu, kahveci kim varsa bu alanlara hücum etmeye başladı.
Ama bir şeyi unuttuk. "İnsan yatırımını"
Türkiye'de mevcut turizm ile alakalı okullar vardı. Ancak kapasiteleri ve eğitim şekilleri yeterli değildi. Oluşan eleman açığını bağrı yanık Anadolu delikanlıları ile kapatmaya başladık. Elbette sadece çalışanlar değil, tırnak içinde turizm işletmecileri de ortaya çıkmaya başladı. Zira, sektör bir çok kişi için oldukça cazipti.
Saf, aptal turistlere ne versen gidiyordu. Bu gözler ve kulaklar şahittir ki, bildiğimiz toz içecekleri doğal elma çayı diye olmadık fiyatlara tam anlamı ile kaskaklıyorduk. Ne versen gidiyordu. Uzak doğudan gelen kalitesiz ve endüstriyel ipekleri Türk ipeği diye satıyorduk.
Turizmden gelen para çok ve nakitti. Bu durum bazı mafyatik oluşumların dikkatinden kaçmadı. Ve anında bu sektörde ilk önce yer edindiler, daha sonra da sektörü en alttan, en üste kadar ele geçirdiler. Kayıt dışı müthiş bir nakit dönüşü ve kara para aklamanın en güzel yollarından biri ortaya çıkmıştı. İşletmeci ve çalışanlar için hem tatil hem iş ve bazı ekstralar. Herşey dahil turizm gibi.
Turizmin ilk atılımını yaptığı dönemde, Türkiye tatili yurt dışından gelenler için ekonomik olarak oldukça cazip, Türk yatırımcı için ise oldukça üst seviyede olmuştu. Bu seviyeler tüm eksikliklerine rağmen Türk turizmini sürdürebilir seviyede tutuyordu. Bizim ülke olarak en olumsuz özelliklerimizden biri de "sürdürülebilirlik" kavramından uzak oluşumuzdu.
Biraz kendimize gelince, diğer turizm ülkelerinin fiyat politikalarına baktık. Hala, o ülkelere göre çok ucuzduk. Hem yeni ve ultra lüks oteller yaparak, hem diğer turizm ülkelerine bakarak yeni fiyat politikaları oluşturmaya başladık.
Ve, bize has olan aşırı abartı ile, kendimizi alternatifi olmayan bir turizm ülkesi olarak görmeye başladık. Elbette bunlar bugünden yarına olmadı. Adım adım bulunduğumuz noktaya geldik.
Türk turizminde hizmet fiyatları arttıkça gelirler de ona göre artmaya başladı. Bu fiyat artışlarında maliyet baskısı çok fazla yoktu. Bu gelir artışı ile birlikte özellikle de turizm bölgelerinde kiralar da anormal artışlar oluşmaya başladı. Bu noktada esas maliyet artışına sebep bu oldu. Elbette emlak sahipleri de pastadan aldıkları büyütmek istiyorlardı.
Bir sonraki adım ise tatil beldelerini turizm alanından çıkıp, yerleşim yeri haline gelmesiydi. Tatil beldelerinde bu şekilde anormal bir nüfus artışı, hatta ve hatta patlaması oldu. Bu bölgeler akın edenler genelde magazin değeri yüksek ve ekonomik gelirleri oldukça yukarıda olan kişilerdi. Bu kişiler, işlerinin olduğu genelde ikamet ettikleri yerlerde edindikleri bazı alışkanlıkları burada da devam ettirmek istediler. Böylelikle özellikle yeme içme konusunda "POPÜLER" mekanlar tatil beldelerinde şubeleşmeye başladılar. Ne de olsa müdavimleri en az üç ay boyunca merkezde değil de, tatil beldelerinde olacaklardı. O müşterileri bu haklarından mahrum etmek olmazdı.
Ve birer birer yeni mekanlarını açtılar. Ancak kira, sezonun kısa olması, personel gibi unsurlardan dolayı farklı fiyat uygulamaları gerekiyordu ve uyguladılar. Oluşan bu fiyatlara alışan bu müşteri merkez mekanlarda da aynı bedeli ödemeye başladı.
İşletmeci için kazan kazan durumu oluştu.
Türk turizminde ilk düğme yanlış iliklendiği için yanlışlar günümüze kadar süre geldi. Bununla birlikte diğer turizm ülkelerinde uygulanan fiyatlar örnek alınması gibi, her bir uygulama bir sonraki adımın tetikleyicisi oldu.
Turizm ülkesi olmaya karar verilmeden önce sorulması ve cevaplanması gereken sorular vardı. Bunların neredeyse hiç biri yapılmadı.
1. Turist hedef kitlemiz kimler?
2. Turist bizim ülkemize neden gelecek?
3. Turist benim şehrime, beldeme neden gelecek?
4. Gelen turiste hangi konseptte hizmet vereceğim?
5. Turiste hizmet edecek yeterli donanım ve bilgiye sahip miyiz?
6. İnsan alt yapımız turizm için ne kadar yeterli?
Ve sorulması, cevaplanması gereken bir çok soru. Ülke olarak bunların hiç birine odaklanmadan balıklama daldık ve sadece o mevsim elde ettiğimiz gelire baktık.
Sonuç;
Bir furya ile başta Yunan adaları olmak üzere tatilini yurtdışında geçiren önemli bir kitle. Tatillerini bu bölgelerde yapanlara bakıyorum, büyük bir bölümü ekonomik seviye olarak orta ve az üstü. Bu adalara tatile gidenlerin (bir bölümü ile görüştüm) aynı tatili Türkiye'de bu fiyatlara yapmam mümkün değil diyorlar.
Türkiye'de turizm nasıl düzelir?
Böyle bir sezonluk kesat giden işlerle değil. Türkiye'de turizmin düzelmesi için zihniyet değişikliği gerekiyor. Günümüz koşullarında bu durup dururken olacak değil. Bunun olması için Türkiye turizminin kökten batıp, manifestosunun tekrar yazılması gerekiyor.
Başka türlü olmaz, olamaz.
SADECE TURİZM Mİ?