Düyûn-ı Umûmiye
Bir önceki yazımda devletin vergi oranlarını artırma eyleminden ziyade vergi tahsilat oranlarını artırmanın daha akılcı ve çözüm odaklı olacağından bahsetmiştim. Bu yazımda da maalesef 2024’te bizi bekleyen çok önemli bir tehlikeden bahsetmek istiyorum.
Yüce önder Mustafa Kemal Atatürk tam bağımsızlığın ancak ekonomik bağımsızlıkla mümkün olacağını bundan 100 yıl önce söylemiştir.
2024 yılında ülkemiz yaklaşık 1,3 trilyon Türk Lirası borç faizi ödeyecek. Yanlış duymadınız. Ana para değil sadece borcun faizi. Bunu günlük hesaba vurursak yaklaşık 3,5 milyar lira her gün devlet kasasından sadece faiz için çıkacak rakam. Devletin kasası da hepimizin malumu vatandaşların vergileri ile doluyor. Bunun dışında ödeyebilirsek Borç anaparası, emekli ve memur maaşları Bakanlıklara ayrılan bütçeler ve merkezi yönetimden Belediyelere giden paralar vs. Yani işimiz çok zor. Bir önceki yazımdan alıntı yaparak 2022 yılında devletin en önemli vergi geliri kalemi KDV+ÖTV 1,17 trilyon TL tahsilat yaptığını da hatırlatmakta fayda var. Açıkçası bunu vatandaşa anlatmak çok zor. Âmâ bir örnek ile ülkemizin ekonomisinde gelinen noktayı anlatmaya çalışacağım;
Vatandaş Alinin bir evi var ve evinde geçindirmek zorunda olduğu hane halkı var.
"Ali’nin aylık 10 birimlik geliri 11 birimlik de gideri var. Buna şimdilik ekonomideki karşılığı olan cari açık diyelim. Ali geçmişten beri borç ile dönüyor. Borç aldığı kişi ve kurumları son 20 yıldır yavaş yavaş değiştirmeye başlamış. Ali’nin eşi durumdan rahatsız olduğu için Ali ev halkını huzursuz etmemek adına ‘IMF’den borç almaktan Elhamdülillah kurtulduk hanım, çünkü o bizim işimize çok karışıyordu ’diyerek herkesi yatıştırmakla kalmıyordu ,borç aldığı alt komşular ile de samimiyetini ilerleterek eski borç aldığı kişilerin artık içişlerine karışamayacağını iyi biliyordu .Öyle ya Ali borcu varken tatile gitmek istiyor, evde gereksiz yere masraflar çıkarıyor ,mutfakta adaya köprü yapıyor, bazı odaları yıkıp devasa saray şeklinde odalar yapıyor, ecza dolaplarına varıncaya kadar her şeyi yenilemeye çalışıp hane halkına akşam yediği yemeğe yada yiyemediği yemeğe bakmaksızın anlı şanlı işler yapıyor. Âmâ ne aldığı parayı ne cebindeki örtülü ödenekten ne harcadığını söylemiyordu. Hatta hatta 20 sene öncesine ait yastık altı paraların bile harcandığını ev halkı bilmese olurdu. Fakat son zamanlarda Ali’ye yeni arkadaşları da bozulmaya başladı. Paranın faizini bile ödeyemiyorsun, biz sana güvenip de nasıl borç verelim demeye başladılar. Eski borç aldıkları zaten arası bozuk kısa vadeli yüksek faizli borç veriyorlar. Aslında eskiden uzun vadeler ile yüksek rakamlarla borç veriyorlardı ama evdeki huzursuzluk, kavgalar dışarıdan bilmediği tanımadığı insanlara evde yatak aş iş vermesi kimseyi dinlememesi konuşan herkesi susturmaya çalışması ,evdeki çocukları arasında adil davranmaması ,büyük bir kısmına bir top dondurmayı çok görüp diğer saçı ile sakalı ile kendisine benzeyen çocuğunu kayırdıkça kayırması gibi bin bir türlü sorun .Tabii el oğlu dışarıdan her şeyi görüyor duyuyor ve gittikçe Ali’ye mesafeli davranıyor. Artık komşuları borç verirken söz almak yerine evden eşya istemeye başlıyorlar. Zamanında kanla kazanılmış evin bahçe topraklarından tut paşa dedesinin çok değerli kılıcına kadar. Çünkü her ay cari açık var. Her ay eve giren para evden çıkan paradan daha az. Geçmişte babalarının amcalarının dedelerinin bin bir zorlukta kazandığı her şeyi çok büyük bir kolinin içine koyuyor ve o kolinin üstüne de Varlık Fonu yazıyor. Borç verenlerin iştahı kabarık, teminat olarak koskoca bir koli borç ödenmez ise onların olacak. Peki Ali çözüm yolu ararken hane halkı ne yapıyor. Kimisi Televizyon başında kimisi tablet kimisi cep telefonu ile tatlı mı tatlı bir rehavete dalmış. Bir kaşık çorba veriyor o çorbaya da çok önemli bir karışım katıyorlarmış. Karışımın adını az çok sizde ülkenin durumuna bakıp anlamışsınızdır."
İşte ülkemizin geldiği nokta da tam olarak bu. Varımızı yoğumuzu satıyoruz ama borcumuz katlanıyor. Ülke iflas eşiğine geldi diyebiliriz. Şirketler de az çok konkordatoyu bilirsiniz. Yargı bir masa kurar. Kayyım atanır, Alacaklılar tespit edilir ve bir sıralama yapılır. Atanan kayyım varlıkları yöneterek sıraya girmiş bu alacaklılara gerekirse varlıkları satarak borçları öder. Prosedür budur.
Bu prosedürün aynısı olmasa bile bu topraklar bu senaryoyu önceden gördü. Bundan tam 150 yıl önce gördü. Osmanlı bir kararname çıkardı. Kararnamede borç taksitinin ancak yarısını ödeyebileceği yazıyordu. Ancak bunu bile ödeyemedi. Osmanlı dış borç aldığı ülkeler ile masaya oturup, bazı vergilerden elde ettiği gelirleri direk olarak borçlulara ödeneceğini yazıyordu. Dış ülkeler biz senin vergi toplama memurun olmayız dediler. İşte bu borçların ödenmesi için vergi toplama ve ödeme işi alacaklıların kontrolü altında 1881 yılında kurulmuş olan Düyun-u Umumiye İdaresi’ne verildi.
Gelin görün ki aynı kader şimdi ki Cumhurbaşkanımızın çok benzetildiği 2.Abdülhamit döneminde yaşanmıştı.