Değerli basın mensupları,
Kuduz hastalığı, hepimizin bildiği gibi dünyanın en eski hastalıklarından biridir ve bugün kuduz aşısını geliştiren Louis Pasteur’un ölüm yıldönümüdür. (28 Eylül 1895), Pasteur 1885 yılında da aşıyı geliştirmiştir.
Aşı üretim çalışmalarını yürütmekte olan Louis Pasteur, araştırmalarını sürdürebilmek için dönemin devlet başkanlarından maddi katkı talep etmiş, yazdığı mektuplardan biri Osmanlı Sultanı II. Abdülhamid’e ulaşmıştır. II. Abdülhamid, Pasteur’ün çalışmalarını İstanbul’da sürdürmesi koşuluyla Osmanlı İmparatorluğu’nun kendisine mali destek sağlayabileceğini bildirmiştir. Ancak bu teklif Pasteur tarafından kabul görmeyince, ikinci bir teklif
oluşturulmuştur. Bu kapsamda, Pasteur’e Mecidiye Nişanı ile birlikte 10.000 altın (bazı kaynaklarda 800 lira olarak geçer; dönemin İstanbul’unda yaklaşık 180-200 ev parası karşılığı) gönderilmiş ve Osmanlı İmparatorluğu’ndan üç kişinin yanında asistan olarak yetiştirilmesi istenmiştir.
Bu doğrultuda, 1886 yılında Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’den müderris Alexander Zoeros Paşa’nın başkanlığında Kaymakam (Yarbay) Dr. Hüseyin Remzi ve Kaymakam (Yarbay) Veteriner Hekim Hüseyin Hüsnü Bey’in Fransa’ya gönderilmesine karar verilmiştir. Daha sonra bu ekip, çalışmalara temel teşkil etmesi amacıyla “kuduz virüsü” enjekte edilmiş bir kemik iliğiyle Osmanlı İmparatorluğu’na geri dönmüştür. 1887 – Kuduz aşısı Osmanlı
İmparatorluğu’na getirildi. Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’de Zoeros Paşa’nın kliniğinde “Dâru’l- Kelb ve Bakteriyoloji Ameliyathanesi” (Kuduz Tedavi Müessesesi) kuruldu. Bu kurum, dünyada üçüncü, Doğu’nun ise ilk kuduz merkezi oldu.
Kuduz hastalığı hem insanlarda hem de birçok memeli hayvanda beyin veomurilikte enfeksiyona yol açan viral bir zoonotik hastalıktır. (korona virüs örneği) Tehlikesi bilinmekle birlikte kuduz, yüzde 99 öldürücü ama aynı zamanda aşı ile korunmanın yüzde 100 mümkün olduğu bir hastalıktır. Yani hayvanlar düzenli olarak aşılandığında kuduz insanlar ve hayvanlar için risk olmaktan çıkacaktır. Devletin öncelikli görevi kuduz aşısına ulaşımı sağlamaktır.
Kuduz, köpek, kedi, sığır, koyun, keçi, at, eşek gibi evcil hayvanların dışında kurt, tilki, çakal, domuz, ayı, sansar, kokarca, gelincik gibi yabani hayvanlarda görülmektedir.
Ülkemizde görülen kuduz hastalığı yaban hayatı ve köpek kaynaklı olabilmektedir. Tarım ve Orman Bakanlığı verilerine göre geçmişte köpek kaynaklı kuduz, Trakya, Ege ve Orta Anadolu dışındaki illerimizde görülmüş, tilki kaynaklı kuduz ise geçtiğimiz yıllarda Çanakkale, İzmir, Manisa, Aydın, Denizli ve Uşak olmak üzere Ege bölgesinde ve Orta Anadolu ile Doğuda bazı illerimizde görülmüş olup “Türkiye’de Kuduza Karşı Oral Aşı Temini Projesi”” kapsamında hastalık belirli oranda kontrol altına alınabilmiştir. Son zamanlarda Doğu ve Güneydoğu
illerimizde hastalık vakaları görülmektedir.
Tarım ve Orman Bakanlığı verilerine göre ülkemizde hayvan kaynaklı kuduz hastalığı vakaları, ise azalmaktadır. Evcil hayvanlarda 2018 yılında 437 olan Kuduz vakası, 2023 yılında 86’ya gerilemiş, yabani hayvanlarda 2018 yılında 16 olan vaka sayısı, 2023 yılında 5’e düşmüştür.
Sağlık Bakanlığı verilerine göre ülkemizde, evcil hayvanlar da dahil olmak üzere 2018-2022 yılları arasında kuduz riskli temas sayısı ortalama 267 bin iken, 2023 yılında bu sayı 437 bine ulaşmıştır, yılda ortalama 1-2 insan kuduz vakası görülmektedir. Bu veriler doğru ise “Kuduz riski artıyor” demek doğru olmayacaktır.
Burada bilmemiz ve üstünde dikkatle durmamız gereken kavram ‘’Kuduz Riskli temas’’tır. Yukarda bahsettiğimiz ‘’2018-2022 yılları arasında kuduz riskli temas sayısı ortalama 267 bin iken, 2023 yılında bu sayı 437 bine ulaşmıştır’’ cümlesi kuduz riskini ifade etmez, farkındalık ve yaratılan endişe nedeniyle herhangi bir kedi ya da köpek teması sonrası hastaneye başvuran insan sayısını ifade etmektedir, bu kuduz hastalığının arttığını, kuduz hayvan sayısının arttığını, ülkemizin kuduz hastalığı açısından riskli olduğunu göstermez.
Bu durum, kuduzu hafife almamıza gerekçe değil elbette ancak özellikle sahipsiz hayvanların itlafını gündeme getiren 7527 sayılı kanunun da dayandırıldığı ve gerçekliği olmayan gerekçelerden de biri idi kuduz hastalığı.
Birkaç gün sonra, 4 Ekim Dünya Hayvanları Koruma Günü ve biz şu anda bir kanundan sokak hayvanlarını korumaya çalışıyoruz çünkü bir yandan yerel yönetimlere 2028’ kadar bakımevi yapmak için süre veren kanunu yapanlar bir yandan da sokaklardan tüm köpeklerin toplanması konusunda baskı yapmaktadırlar.
Oysa Dünya Hayvan Sağlığı Örgütü (WOAH) ve Dünya Sağlık Örgütü (WHO) sadece insani yönden, hayvan hakları yönünden değil kuduz kontrolü açısından da sahipsiz köpeklerin itlaf edilmelerine geniş ölçüde karşı çıkmaktadır “Köpek kaynaklı kuduzu kontrol altına almakta kitlesel olarak yapılan aşılamaların etkili olduğu defalarca gösterilirken, köpeklerin yok edilmesinin ise uzun vadede köpek yoğunluğunu azaltmadığı veya kuduzu kontrol altına almada başarılı olmadığı açıkça belirtilmiştir. Bu nedenle toplu köpek itlafları kuduz kontrol
stratejisinin bir parçası olmamalıdır. Bu strateji etkili olmamakla beraber sahipsiz köpekler hedef alındığında aşılama programlarına zarar verebilmektedir.” demektedir.
Bu tarz itlaflarda en çok kısırlaştırılmış ve aşılanmış hayvanlar yok edilmektedir. Şu anda da benzeri yaşanmakta ve biz de yetkilileri sıklıkla bu konuda uyarmaktayız. Toplanan köpekler zaten insanlara yakın, kısır ve aşılı köpekler çoğunlukla. Bu itlaf, sürü bağışıklığını doğrudan azaltmakta ve toplumu kuduz bulaşma riski açısından daha büyük tehlikeye sokmaktadır.
Halk sağlığı ve güvenliği için atılacak yanlış adımlar daha büyük tehlikelere yol açabilecek, insanlar ile yakın teması olmayan agresif karaktere sahip olması muhtemel sahipsiz hayvanları, insanlar ile karşı karşıya bırakacaktır.
Peki ne yapılmalı?
Sorumlu sahiplik kavramı ülkemizde yerleşmeli. Yani tıpkı bir çocuğun sorumluluğu gibi, aileler kedi ya da köpeklerinin de sağlık ve bakımları ile ilgili üstlerine düşeni yapmalı, bu sorumluluğu alamayacak olanların hayvan sahiplenmemesi gerektiği anlatılmalı. Mikroçiple kimliklendirme 31 Aralık 2025’te sona eriyor, o güne kadar tüm sahipli hayvanlar kimliklendirilmeli, bu hizmeti özel kliniklerden ya da Tarım il-ilçe müdürlüklerinden alabilir
yurttaşlarımız.
Sahipli sahipsiz tüm köpekler kısırlaştırılmalı, bilimsel olarak da kısırlaştırmayı öneriyoruz veteriner hekimler olarak, özellikle dişi hayvanlarda ileri yaşlarda rahim ve meme tümörü riskini azaltıyor.
2028’e kadar süre verilen belediyeler kapasite yetersizliği nedeniyle şu an köpekleri toplamyı kısırlaştırmayı arttırmayı bırakın geçtiğimiz yıllardaki sayıların da altına indiler ama asıl sorun kırsalda, yani ilçelerin ilçeye uzak mahallelerinde, buralardaki hayvanların kısırlaştırılması, sahiplenilmesi teşvik edilmeli, asıl çalışma buralarda yapılmalı.
Ve her şeyden önemlisi bilim rehberimiz olmalı ve palyatif yani geçici, köklü olmayan çözümlerle günü geçirmekten vazgeçmeliyiz.
Bugün sokaktaki tüm köpekleri ve kedileri, hatta yaban hayvanlarını toplasak da zoonotik yani hayvanlardan insanlara bulaşan virüsleri yok edemeyiz, virüsler canlı değil ama yaşamak için bir canlıya ihtiyaç duyar, çoğu mutasyon geçirebilir, grip, korona virüs gibi virüsleri örnek verebiliriz.
Bu nedenle ‘’korunmayı’’ öğrenmemiz gerekir, koruyucu hekimliği benimsememiz, sağlık yönetimini bu merkezde yapmamız gerekir.
Eğitim sisteminde hayvanların insan sağlığı üzerindeki riskleri bilinerek hayvan sevgisi ve varlığına saygı öğretilmeli, her bir birey yaşamın bölünmez bir bütün olduğunu, insan-hayvan ve çevrenin sağlığının birbirine bağlı olduğunu öğrenebilmeli.
Bir türü yok ederek başka bir türün refahını ve sağlığını koruyamayız.
Bursa Veteriner Hekimler Odası ve üyeleri olan serbest veteriner hekimler de bu konuda her zaman işbirliğini ifade etti ancak devletin sorununu elbette bizim çözmemiz mümkün değil ancak çoğu zaman devlet de yurttaşlarımız da hep bizi işaret etti sorunun çözümünde.
Serbest veteriner hekimler, serbest avukatlar ve doktorlar gibi, devlet desteği almadan kendi nam ve hesabına çalışan hekimlerdir, yani sahipsiz hayvanlar gibi sorumluluğu devletin olan konulara gönüllü olarak destek verebilse de bu sorumluluğu tamamen üzerine alması ve ortadan kaldırması mümkün değil doğal olarak. Ancak, içinde bulunduğumuz şu durumda, devlet hayvanlarımıza sahip çıkmadığı için biz de normal koşullarda tüm mesleklerin temmuz ayında aldığı ara zammı almadan devam ettik, şu anda düzenli olarak her şey zamlansa da biz yurttaşlarımızın hayvanları ile ilgili özellikle koruyucu sağlık hizmetlerine ulaşımlarının en azından ekonomik koşullar nedeniyle aksamamasını sağlamaya çalıştık, aralık ayında da mecburen alacağımız zamları minimumda tutmaya çalışacağız.
Yurttaşlarımızın da serbest veteriner hekimlerin bu özverisini bilmesini istiyoruz zira sahipsiz hayvanlar konusunda sürekli bizden ücretsiz hizmet bekleniyor çünkü devletten o desteği alamıyorlar. Ama dezavantajlı insanların sağlık sorunlarını nasıl özel hekimler değil devlet çözüyorsa, dezavantajlı hayvanların da devlet olmalıdır arkasında!
Dünya Kuduz Günü ve hemen arkasından gelen 4 Ekim Dünya Hayvanları Koruma Günü vesilesiyle bizler tekrar ifade ediyoruz ki hayvanı ve çevreyi korumadan insanı korumak mümkün değildir, hayvanların sağlıklı ve refah içindeki yaşamının anayasa güvencesini bir kenara bıraksak bile, sadece bu nedenle bile hayvan yaşamı için bilimsel yöntemlerle sorun çözmeyi ilke edinmek zorundayız.